
Yurt dışına hizmet satan bir yazılımcı ya da farklı ülkelerden gelir elde eden bir KOBİ olduğunuzu hayal edin. Aynı kazanç için hem Türkiye’de hem de iş yaptığınız diğer ülkede vergi ödeme ihtimali, kulağa pek de adil gelmiyor, değil mi? İşte çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması, tam da bu adaletsiz ve karmaşık durumu ortadan kaldırmak için tasarlanmış finansal bir köprü görevi görüyor.
Uluslararası ticaretin ve freelance çalışmanın bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde, gelirler de doğal olarak sınırlar ötesine taşıyor. Fakat bu durum, “Aynı kazanç için iki farklı ülkeye vergi öder miyim?” endişesini de beraberinde getiriyor. Bu endişenin altında yatan temel neden, her ülkenin kendi egemenlik hakları çerçevesinde vergi toplama yetkisine sahip olması.
Bir ülke, kendi sınırları içinde elde edilen geliri vergilendirmek isterken (kaynak ilkesi), diğer ülke ise kendi vatandaşının ya da yerleşik şirketinin dünyanın neresinde olursa olsun elde ettiği tüm gelirleri vergilendirmek isteyebilir (ikamet ilkesi). Bu iki prensip birbiriyle çakıştığında, işte o can sıkıcı “çifte vergilendirme” durumu ortaya çıkıyor.
Bu konuyu tam olarak kavrayabilmek için iki temel kavramı bilmekte fayda var: Mukimlik ve Vergi Matrahı. Bu terimler ilk başta biraz teknik görünse de aslında mantığı oldukça basit.
Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları, bu iki temel kavramı net kurallara bağlayarak hangi ülkenin vergi alma hakkına sahip olduğunu kesinleştirir. Böylece uluslararası çalışan girişimciler, şirketler ve freelancer’lar için öngörülebilir bir finansal zemin oluşturur.
Bu anlaşmalar olmasaydı, yurt dışından elde ettiğiniz gelirin önemli bir kısmı iki farklı devletin kasasına gidebilir, bu da uluslararası ticareti ve yatırımı neredeyse imkânsız kılardı.
Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları, yalnızca devasa çok uluslu şirketler için değil, küresel pazara açılan her ölçekteki işletme ve birey için hayati önem taşır. Bu anlaşmaların getirdiği temel güvenceleri şöyle özetleyebiliriz:
Örneğin, Almanya’daki bir müşteriye yazılım hizmeti satan Türk bir freelancer, bu anlaşma sayesinde gelirinin sadece bir ülkede vergilendirileceğini bilir. Hangi ülkede ve hangi oranda vergi ödeyeceğinin netleşmesi, işini büyütürken çok daha emin adımlar atmasını sağlar. Türkiye’deki vergi sisteminin nasıl işlediğini ve güncel oranları daha iyi anlamak için Türkiye vergi oranları rehberimize göz atabilirsiniz. Kısacası bu anlaşmalar, küresel ekonomide adil bir oyun alanı yaratarak herkesin kazanmasına olanak tanır.
Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması kavramı teoride kulağa hoş gelse de, asıl mesele bu anlaşmaların kağıt üzerindeki maddelerden çıkıp sizin finansal planlamanıza nasıl dokunduğunu anlamak. Bu anlaşmalar temel olarak iki ana mekanizma üzerinden çalışır; hangisinin kullanılacağı ise tamamen ilgili iki ülkenin imzaladığı metne bağlıdır. İşte bu iki yöntem, çifte vergilendirme riskini ortadan kaldırmanın formülünü oluşturuyor.
Bu yöntemlerin nihai amacı, uluslararası gelir elde eden bir kişi veya şirketin vergi yükünü adil bir seviyeye indirmek. Her birinin işleyiş mantığı farklı olduğu için, sizin durumunuza hangisinin uyduğunu bilmek, finansal olarak önünüzü görmeniz açısından büyük bir avantaj sağlar.
En sık karşılaşılan yöntemlerden biri olan mahsup (credit) yöntemi, yurtdışında ödediğiniz vergiyi, Türkiye’deki vergi borcunuzdan düşebileceğiniz bir “indirim kuponu” gibi düşünebilirsiniz. Bu yöntemde, yurtdışında kazandığınız gelir önce Türkiye’deki toplam gelirinize eklenir ve vergi matrahınız hesaplanır. Ancak bu matrah üzerinden çıkan vergiden, diğer ülkede ödediğiniz vergi tutarını indirirsiniz.
Böylece aynı gelir için iki defa vergi ödemekten kurtulmuş olursunuz. Yalnız burada kritik bir kural var: Mahsup edeceğiniz tutar, bu gelirin Türkiye’de vergilendirilmesi durumunda ödeyeceğiniz vergiden fazla olamaz. Bu da devletin vergi kaybı yaşamasını engelleyen bir nevi güvence mekanizmasıdır.
İstisna (exemption) yöntemi ise çok daha keskin bir çözüm sunar: Belirli bir gelir, mukim olduğunuz ülkede tamamen vergi dışı bırakılır. Yani, bir ülkede elde ettiğiniz ve orada vergilendirdiğiniz bir gelir, Türkiye’deki vergi beyannamenize sanki hiç kazanılmamış gibi dahil edilmez.
İstisna yöntemi genelde maaş gibi belirli gelir türleri veya özel koşullar sağlandığında devreye girer. Anlaşma metninde hangi gelirlerin bu kapsama girdiği tek tek belirtilir. Bu durum, özellikle yurtdışında uzun soluklu projelerde çalışanlar veya yurtdışında işyeri olan işletmeler için ciddi bir avantaj yaratır. Yurt dışında çalışma ve yaşama dair fırsatları değerlendirirken bu vergi avantajlarını bilmek önemlidir. Daha fazla bilgi için yurt dışında çalışma imkanları rehberimize göz atabilirsiniz.
Aşağıdaki infografik, küresel bir gelir elde ettiğinizde çifte vergilendirme riskini nasıl değerlendirmeniz gerektiğini basit bir karar ağacıyla özetliyor.

Konuyu daha net hale getirmek için bir senaryo üzerinden ilerleyelim. Türkiye’de yaşayan (mukim) bir freelance mühendis, Hollanda’daki bir teknoloji firmasına uzaktan danışmanlık vererek 20.000 Euro kazansın.
Diyelim ki Türkiye ve Hollanda arasındaki çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması, serbest meslek kazançları için mahsup yönteminin uygulanmasını öngörüyor.
Bu örnek, mahsup yönteminin pratikte vergi yükünü nasıl azalttığını ve uluslararası çalışmayı finansal açıdan ne kadar daha mantıklı hale getirdiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Hangi yöntemin uygulanacağı ve oranların ne olacağı tamamen iki ülke arasındaki anlaşmanın detaylarına bağlıdır.
Türkiye, küresel ekonomideki yerini sağlamlaştırmak ve uluslararası ticareti daha akıcı hale getirmek için çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması ağını adeta bir strateji kozu olarak kullanıyor. Bu anlaşmalar, basit bir vergi indirim belgesinden çok daha fazlası; aslında Türkiye’nin ekonomik diplomasi hamlelerinin en önemli parçalarından biri. Temel amaç ise ikili: Hem Türk girişimcilerin yurtdışına açılmasını kolaylaştırmak hem de yabancı yatırımcılar için Türkiye’yi daha çekici, öngörülebilir bir pazar yapmak.
Bu stratejinin kalbinde karşılıklı ekonomik fayda yatıyor. Anlaşmalar, vergi yükünü hafifleterek sermaye akışını serbest bırakıyor ve iki ülke arasındaki ticari köprüleri sağlamlaştırıyor. Bu durum, özellikle global pazarlarda kendine yer arayan KOBİ’ler ve freelancer’lar için yepyeni kapılar açıyor.

Türkiye’nin bu proaktif politikası, yabancı yatırımcıların ülkeye bakış açısını doğrudan şekillendiriyor. Bir yatırımcı için en kritik konulardan biri, gireceği pazardaki vergi kurallarının ne kadar net ve tahmin edilebilir olduğudur. Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları, tam da bu noktada devreye girerek belirsizlikleri ortadan kaldırıyor ve hukuki bir güvence sunuyor.
Bir düşünün: Yabancı bir şirket, Türkiye’de elde edeceği kârın kendi ülkesinde ikinci bir defa vergilendirilmeyeceğini bilirse, yatırım kararını çok daha rahat verir. Bu durum, Türkiye’de şirket kurmayı planlayan yabancı girişimciler için projenin finansal fizibilitesini kökünden değiştiriyor. Yabancıların Türkiye’de iş kurma süreçleriyle ilgili daha fazla detaya, Türkiye’de yabancılar için şirket kurma süreci hakkındaki rehberimizden ulaşabilirsiniz.
Anlaşmalar, vergi sistemine şeffaflık katarak Türkiye’nin uluslararası yatırımcılar nezdindeki güvenilirliğini pekiştirir. Bu durum, ülkenin küresel rekabetteki elini güçlendiren önemli bir adımdır.
Bu stratejik yaklaşım, sadece vergi adaletini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik büyümeyi de ateşleyen çok yönlü bir mekanizma görevi görüyor.

Türkiye, çifte vergilendirmeyi önleme konusunda dur durak bilmeyen, proaktif bir politika izliyor ve bu alandaki ağını sürekli olarak genişletiyor. Bu dinamik yaklaşım sayesinde, Türkiye’nin imzaladığı anlaşma sayısı her geçen gün artıyor ve bu anlaşmalar, yatırımcılar ile hizmet sunan profesyoneller için daha adil bir oyun alanı yaratıyor. Anlaşmalar, sermaye, teknoloji ve hizmetlerden doğan gelirlerin iki defa vergiye tabi tutulmasını engelleyerek ekonomik ve teknik iş birliğinin önünü açıyor. Bu sayede, Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki ticari ilişkiler canlanırken, iş gücü hareketliliği de desteklenmiş oluyor.
Anlaşma yapılacak ülkelerin seçimi de bu stratejinin bir parçası. Türkiye, genellikle en yoğun ticari ve ekonomik ilişkilere sahip olduğu ülkelere öncelik veriyor. Bunun sahadaki yansımaları ise oldukça net:
Kısacası, Türkiye’nin çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması stratejisi, sadece teknik vergi sorunlarını çözen bir mekanizma değil. Aynı zamanda, ülkenin küresel ekonomideki pozisyonunu sağlamlaştıran ve girişimcisinden ihracatçısına kadar tüm ekonomik oyuncular için yeni fırsatlar yaratan dinamik bir politika.
Farklı ülkeler arasında imzalanan çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması metinlerini incelediğinizde birçoğunun birbirine şaşırtıcı derecede benzediğini fark edersiniz. Bunun tesadüf olmayan bir sebebi var: OECD Model Vergi Anlaşması. Bu model, ülkeler arasında ortak bir vergi dili oluşturarak müzakereleri basitleştiren küresel bir şablon işlevi görüyor. Tıpkı uluslararası ticarette kullanılan standart konteynerler gibi, OECD modeli de vergi anlaşmalarının daha hızlı ve uyumlu bir zeminde ilerlemesini sağlıyor.
Türkiye de imzaladığı anlaşmaların neredeyse tamamında bu modeli temel alıyor. Bu sayede hem uluslararası vergi kurallarıyla uyumlu, şeffaf ve öngörülebilir bir yasal çerçeve sunuyor hem de küresel sisteme entegre oluyor. Bu durum, Türkiye’yi yabancı yatırımcılar için daha güvenilir bir ortak yaparken, Türk girişimcilerin de global arenada daha adil şartlarda rekabet etmesine zemin hazırlıyor.
Ancak dünya ekonomisi yerinde saymıyor. Özellikle dijitalleşmenin getirdiği hızla, çok uluslu şirketlerin kârlarını düşük vergili veya sıfır vergili ülkelere yapay yollarla kaydırması, tüm ülkeler için ciddi bir vergi kaybı sorununa dönüştü. İşte tam bu noktada OECD, bu küresel kanayan yaraya çözüm bulmak amacıyla BEPS (Base Erosion and Profit Shifting – Matrah Aşındırma ve Kâr Aktarımı) projesini hayata geçirdi.
BEPS projesinin ana fikri oldukça net: Vergi, kârın yaratıldığı yerde ödenmeli. Proje, şirketlerin vergi kurallarındaki boşluklardan faydalanarak ekonomik faaliyetin gerçekleştiği yerden kârlarını başka ülkelere kaçırmasını engellemeyi hedefliyor. Kısacası, “kâğıt üzerinde” var olunan yer değil, gerçek değerin üretildiği yer vergilendirilmeli diyor.
BEPS, küresel vergi sisteminin yakın tarihteki en büyük reformlarından biri. Dijital ekonominin yarattığı zorluklara karşı ülkelerin kolektif bir adım atmasını sağladı ve temel amacı vergi adaletini ve şeffaflığı artırmak.
BEPS projesiyle gelen yeni kuralları, mevcut yüzlerce ikili anlaşmaya tek tek entegre etmek, ülkeler için yıllar sürecek devasa bir bürokratik yük demekti. Bu süreci pratik bir çözüme kavuşturmak için Çok Taraflı Sözleşme (Multilateral Instrument – MLI) geliştirildi. Bu sözleşmeyi, mevcut tüm anlaşmaları tek bir imza ile BEPS standartlarına uygun hale getiren bir “toplu güncelleme” paketi gibi düşünebilirsiniz.
Türkiye de bu küresel mutabakata imza atarak önemli bir aktör haline geldi. Bu adım, Türkiye’nin hem kendi vergi gelirlerini koruma hem de vergi kaçakçılığıyla mücadele ve uluslararası şeffaflığı artırma konusundaki kararlılığını gösteren stratejik bir hamleydi.
Bu kapsamda atılan en somut adımlardan biri, 3 Haziran 2020’de TBMM’ye sunulan kanun teklifi oldu. Bu teklifle mevcut anlaşmaların kötüye kullanımının önüne geçilmesi, “iş yeri” tanımının günümüz şartlarına uyarlanması ve yapay vergi kaçınma yollarının kapatılması hedeflendi. Bu düzenleme, Türkiye’nin çok uluslu şirketlerin vergi politikaları üzerinde daha etkin bir kontrol sağlaması ve uluslararası yatırımcılar nezdindeki güvenilirliğini pekiştirmesi açısından kritik bir rol oynadı. Çifte vergilendirme uygulamalarındaki bu önemli değişiklikler hakkında daha fazla detaya Moral & Partners tarafından hazırlanan bu makaleden ulaşabilirsiniz.
Sonuç olarak, OECD modeli ve BEPS gibi küresel düzenlemeler, çifte vergilendirme konusunun sadece bireylerin veya şirketlerin vergi yüküyle sınırlı kalmadığını açıkça gösteriyor. Bu konu, aynı zamanda küresel ekonomik politikalar, ülkelerin egemenlik hakları ve dijitalleşen dünyanın getirdiği yeni meydan okumalarla iç içe geçmiş durumda.
Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması gibi uluslararası metinler, ülkeler arasındaki vergi kurallarını netleştirmek için hazırlanır. Ancak bazen teorideki netlik, pratikte kaybolabilir. Yorum farkları kaçınılmazdır. Peki, bir ülkenin vergi idaresi A derken, diğerininki B dediğinde ne olacak? İşte bu tür gri alanlarda sıkışıp kaldığınızda haklarınızı korumak için tasarlanmış resmi bir mekanizma var.
Bu mekanizmayı, vergi dünyasının diplomatik çözüm masası olarak düşünebilirsiniz. Sizin tek başınıza iki devletin vergi otoritesiyle boğuşmanız yerine, sizin adınıza müzakere yürüten bir süreç devreye girer. Bu, olası bir mağduriyeti önlemek için hayati bir güvencedir.

Anlaşmazlık anında devreye giren bu hayat kurtarıcı mekanizmanın adı Karşılıklı Anlaşma Usulü, yani kısaca KAU. İngilizcesi ise Mutual Agreement Procedure (MAP). KAU, çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının bir maddesinin hatalı veya farklı yorumlandığını düşünen mükelleflerin başvurabileceği resmi bir çözüm yoludur.
Süreci bir tercümana benzetmek en doğrusu olur. İki farklı dil konuşan insanın anlaşamadığı bir noktada nasıl profesyonel bir tercüman devreye girip ortak bir zemin bulmaya çalışırsa, KAU da iki ülkenin vergi idareleri arasında bir nevi “tercümanlık” ve “arabuluculuk” görevi görür. Asıl amaç, anlaşma metninin ruhuna uygun, adil ve tek bir yorumda buluşmaktır.
KAU’nun temel hedefi, mükellefin anlaşma hükümlerinden tam ve eksiksiz olarak yararlanmasını sağlamaktır. Bu mekanizma, sizin haklarınızı koruyan ve anlaşmanın sadece kâğıt üzerinde kalmasını önleyen en önemli güvencelerden biridir.
Bu usul sayesinde, anlaşma hükümlerine aykırı bir vergilendirme ile karşılaştığınızda, mukimi olduğunuz ülkenin yetkili makamlarına başvurarak süreci başlatma hakkına sahipsiniz.
KAU, genellikle sizin başvurunuzla başlar ve ülkelerin yetkili makamlarının müzakereleriyle devam eder. Sürecin temel adımlarını şöyle özetleyebiliriz:
Türkiye’nin bugüne kadar imzaladığı 71 çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının tamamında Karşılıklı Anlaşma Usulü (KAU) maddesi bulunmaktadır. Bu, anlaşmalardaki uyumsuzlukları çözmek için iki ülke vergi idareleri arasında sağlam bir iş birliği köprüsü kurar. Hatta Gelir İdaresi Başkanlığı verilerine göre, KAU sayesinde vergi uyuşmazlıklarının %75’i idari görüşmelerle, yani mahkemeye gitmeden çözülüyor. Bu yüksek başarı oranı, Türkiye’nin uluslararası vergi sorunlarını çözme konusundaki kurumsal kapasitesinin ne kadar güçlü olduğunu ve mükelleflerin haklarını korumada ne kadar etkin olduğunu gösteriyor. Konuyla ilgili daha detaylı bilgi ve istatistikler için Gelir İdaresi Başkanlığı’nın raporunu inceleyebilirsiniz.
Kısacası, uluslararası bir vergi anlaşmazlığı yaşadığınızda yalnız değilsiniz. Haklarınızı arayabileceğiniz yapılandırılmış ve resmi bir yolun bulunduğunu bilmek, finansal güvenliğiniz açısından büyük bir rahatlık sağlar.

Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması kulağa biraz karmaşık gelebilir, biliyoruz. Bu bölümde, konuyla ilgili en çok merak edilenleri, özellikle girişimcilerin, KOBİ’lerin ve freelancer’ların aklına takılan pratik soruları ve net cevaplarını bir araya getirdik. Amacımız, bu süreci sizin için basitleştirmek.
Yurt dışına hizmet satan bir freelancer’sanız ve hizmet verdiğiniz ülkeyle Türkiye arasında geçerli bir çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması varsa, bu sizin için harika bir haber. Aynı gelir için iki defa vergi ödeme derdinden kurtulabilirsiniz.
İlk olarak yapmanız gereken, vergi açısından nerenin vatandaşı sayıldığınızı, yani “mukimlik” durumunuzu netleştirmek. Kural genellikle basittir: Bir takvim yılı içinde 183 günden fazla bir ülkede zaman geçirdiyseniz, o ülkenin mukimi sayılırsınız. Vergi sorumluluklarınız da buranın kurallarına göre şekillenir.
Anlaşmalar size adeta bir yol haritası sunar ve gelirinizi kimin, nasıl vergilendireceğini belirler. Bu harita genellikle iki ana yola çıkar:
Bu avantajlardan yararlanmak için kilit bir belgeye ihtiyacınız var: “mukimlik belgesi”. Bu belge, diğer ülkede vergi ödemediğinizi veya indirim hakkınız olduğunu kanıtlamanın resmi yoludur.
Mukimlik belgesi, anlaşma avantajlarından faydalanabilmeniz için olmazsa olmazdır. Bu belge, Türkiye’de yerleşik olduğunuzu ve birincil vergi mükellefiyetinizin burada bulunduğunu kanıtlayan resmi bir dokümandır.
Neyse ki belgeyi almak oldukça basit. İki yolunuz var: İsterseniz bağlı olduğunuz vergi dairesine bir dilekçeyle başvurabilir, isterseniz de çok daha pratik bir yöntem olan İnteraktif Vergi Dairesi (ivd.gib.gov.tr) üzerinden online başvuru yapabilirsiniz. Başvururken, bu belgeyi hangi ülke için ve ne amaçla (örneğin, yurt dışından elde ettiğiniz serbest meslek kazancı için) istediğinizi net bir şekilde belirtmeniz yeterli.
Başvurunuz incelenip onaylandıktan sonra vergi daireniz, genellikle hem Türkçe hem de İngilizce olarak hazırlanan bu resmi belgeyi size teslim edecektir. Bu belgeyi yurt dışındaki müşterinize veya ilgili ülkenin vergi dairesine sunarak çifte vergilendirme anlaşmasının size sunduğu mali avantajları kullanmaya başlayabilirsiniz.
İşte bu, tam da en başta kaçınmaya çalıştığımız senaryo. Türkiye’nin çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması imzalamadığı bir ülke ile çalışırsanız, sizi koruyan bir kalkan olmaz. Maalesef aynı gelir üzerinden iki farklı ülkede vergi ödeme riskiyle doğrudan karşı karşıya kalırsınız.
Bu durumda, geliri elde ettiğiniz kaynak ülke kendi vergi yasalarına göre sizden vergi isteyebilir. Aynı zamanda Türkiye de mukim olduğunuz için yurt dışında kazandığınız bu gelir üzerinden sizi vergilendirmek isteyecektir. Bu da brüt kazancınızın önemli bir kısmını vergilere ayırmanız anlamına gelebilir.
Anlaşmasız bir ülkede çalışmak, finansal planlamanıza ciddi bir belirsizlik getirir. Uluslararası bir projeye “evet” demeden önce Gelir İdaresi Başkanlığı’nın web sitesinden ilgili ülke ile anlaşma olup olmadığını kontrol etmek, atacağınız en akıllıca adımlardan biridir.
Yine de tüm kapılar kapanmış sayılmaz. Türkiye’nin Gelir Vergisi Kanunu’nda yer alan “yurt dışında ödenen vergilerin mahsubu” hükümlerinden belirli şartlar altında yararlanma ihtimaliniz olabilir. Ancak bu süreç, anlaşmalı durumlara göre çok daha karmaşık, sınırlı ve ne yazık ki garantisizdir.
Evet, kesinlikle! ABD’den temettü, faiz, telif hakkı veya hizmet bedeli gibi gelirler elde eden ve ABD vatandaşı olmayan herkesin W-8 BEN formunu doldurması gerekir. Bu form, sizin ABD vergi sisteminde “yabancı” statüsünde olduğunuzu kanıtlayan resmi bir beyandır.
Eğer bu formu doldurmazsanız, ABD kaynaklı gelirlerinizden standart olarak %30 gibi yüksek bir oranda vergi kesintisi (stopaj) yapılır. Ancak Türkiye ile ABD arasında bir çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması olduğu için bu formu doldurarak vergi oranını çok daha makul seviyelere indirebilir, hatta bazı gelir türleri için tamamen muafiyet sağlayabilirsiniz.
Kısacası, W-8 BEN formu sizin için bir zorunluluktan çok, cebinizi koruyan bir haktır. Bu formu, gelir elde ettiğiniz ABD’li kuruma (örneğin bir online platform veya aracı kurum) teslim ederek anlaşmanın getirdiği vergi avantajlarından doğrudan yararlanmaya başlayabilirsiniz.
Uluslararası arenada iş yaparken vergi ve ofis yönetimi gibi operasyonel süreçler baş ağrıtabilir. Workon, sunduğu sanal ofis, hazır ofis ve toplantı odası çözümleriyle size prestijli bir iş adresi sunarken, posta ve çağrı yönetimi gibi idari yüklerinizi de üstlenir. Böylece siz sadece işinizi büyütmeye odaklanabilirsiniz. Esnek ve ekonomik ofis çözümlerimizi keşfetmek için https://www.workon.com.tr adresini ziyaret edin.
Herhangi bir sorunuz varsa, bizimle iletişime geçebilirsiniz.




ya da
Formu doldurun, işinizi birlikte büyütelim!